Konuk Yazar
İSLAMDA DOĞRULUK
“Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz o yaptıklarınızı hakkıyla görür.” (Hud 11/112)
İslâmî kaynaklarda doğruluk ve dürüstlük çok çeşitli kelimelerle ifade edilmekte olup bunların başında sıdk ve istikamet kavramları gelir. “İnsanın, söz ve davranışlarıyla niyet ve inancında doğru, dürüst ve iyilikten yana olması” şeklinde tanımlanabilecek olan sıdk erdemi genellikle yalanın zıddı olarak kullanılır. İstikamet de, “Allah’ın buyruğuna uygun şekilde doğru, dürüst ve temiz kalpli olma” demektir. Doğruluk ve dürüstlük erdemine sahip olan kişiye sıddîk denir.
Doğruluk ve dürüstlük İslam ahlak anlayışında imandan sonra gelen en önemli bir erdemdir. Sağlıklı bir toplum yapısının da temel taşını oluşturur.
Bir sahabe Hz. Peygamber (s.a.v)’e gelerek: “Ya Rasülullah! Bana İslam hakkında öyle bir söz söyle ki, bu hususta senden başkasına bir şey sormaya gerek duymayayım” dedi. Rasülullah (sav): “ Allah’a iman ettim, de. Sonra dosdoğru ol” buyurdu” (Müslim, İmân 62)
Doğrulukta kalbin ve dilin dürüstlüğü pek büyük önem arz etmektedir. Kalp, beden ülkesindeki tüm organların reisidir. Tek Allah’a iman edip dürüstlüğü benimseyen bir kalp, diğer organları etkiler. Dil, kalbin tercümanıdır. Onun doğruluğu ve eğriliği de diğer organların tavırlarına tesir eder. Nitekim bir hadis-i şerifte Rasulullah (s.a.v):
“Her sabah bütün organların dil’e hitaben; bizim hakkımızda Allah’dan kork. Biz sana bağlıyız. Sen doğru olursan biz de doğru oluruz. Sen eğri olursan biz de eğriliriz.” (Tirmizî, Zühd 61) dedikleri bildirilmiştir. Bu, doğru sözlü olmanın önemini göstermektedir. Hatta bir başka hadiste de Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: “Kalbi dürüst olmadıkça kulun imanı doğru olmaz. Dili doğru olmadıkça da kalbi doğru olmaz” (Ahmed b. Hanbel, Müsned III, 198). O halde özüyle sözüyle dosdoğru olmak gerekmektedir. Peygamberimiz’in “Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol!” tavsiyesinin manası budur. İslâm da bundan ibarettir.
Doğruluk ve dürüstlüğün böylesine önemli olması, kişinin kendi şahsına karşı tutumundan başlamak üzere, ilişkili bulunduğu bütün kişilere ve çevrelere karşı her türlü tutum ve davranışlarını ilgilendiren, ticarî faaliyetlerden kamu görevlerine kadar hayatın bütün alanlarında ve bütün mesleklerde aranan bir erdem olmasından ileri gelir. İslâm ahlâk literatüründe konuşmada, niyet ve iradede, karar vermede ve kararında durmada, (riyânın zıddı olarak) amelde, dinî ve mânevî hallerde dürüstlük gibi doğruluk ve dürüstlüğün çeşitli şekilleri üzerinde durulmuştur.
Doğruluğun şekilleri ve kısımları vardır. Bunlar söz ve davranışlarda belirginleşir.
1. Sözde Doğruluk
Bir şeyden söz ederken, konuşurken gerçeği çarpıtmadan, ters yüz etmeden konuşmak dürüstlükle uyuşmayan, kişilik onurunu ayaklar altına alan yalan, sözle yapılan büyük bir günahtır.
“Abdullah bin âmir (r.a): “Bir gün Peygamber (s.a.v) evimizde oturuyorken annem beni çağırdı ve “Gel de sana bir şey vereceğim” dedi. Allah Rasülü (s.a.v) ona dedi ki: “Ne vermek istedin” “Hurma” “Eğer ona bir şey vermezsen bu söz, aleyhinde yalan olarak kayda geçerdi.” (Ebû Davud, Edep, 88 )
2. Davranışlarda Doğruluk:
Buna söz ve eylem uyumu da denir. Yemine bağlı kalmak, verilen sözü tutmak gibi.
Yüce Allah (c.c) şöyle buyuruyor: “Ey İman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz. Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir.” (Saff 61/2-3)
3. Kararda Doğruluk
Hayırlı işler yapmayı tasarlamak. Eğer kişi tasarladığını yaparsa doğru kararlı, yapmazsa yalan kararlı olur. Cenabı Allah şöyle buyurmuştur:“Mü’minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir. (Şehit olmuştur) Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.” (Ahzâb 33/23)
4. Niyette Doğruluk
Niyeti riya ve gösteriş şaibelerinden arındırmak ve sırf Allah rızasını gözetmek. Rasülullah (s.a.v): “Ameller, ancak niyetlere göre değerlenir. Herkesin ancak niyetine göre amelinin karşılığı vardır…” (Buhârî, Bed’ü’l-vahy 1)
Doğruluğu birde Habib-i Acebi Hazretlerinin hayatından kıssa ile değerlendirelim:
Zalim bir vali vardı Bu vali bir gün adamlarını göndererek Hasan Basri Hazretleri’ni yakalatmak istedi O da bir vakit ders verdiği Habib-i Acemi Hazretleri’nin kulübesine gelip saklandı Valinin adamları geldi ve hışımla:
– Hasan Basri’yi (r a ) gördün mü? diye sordular
O gayet sakin:
– Evet, dedi
– Nerede?
– İşte şu kulübemde
Adamlar kulübeye daldı, fakat bir türlü Hasan Basri Hazretleri’ni bulamadılar Dışarı çıkınca tehdit edip:
– Ya şeyh, niçin yalan söylüyorsun? dediler
– Ben yalan söylemedim, dedi Siz göremedinizse, benim suçum ne?
Tekrar girdi, aradı, fakat bulamadılar Onlar gidince, Hasan Basri Hazretleri:
– Ey Habib! Biliyorum ki Rabb’im senin hürmetine beni onlara göstermedi Fakat yerimi niçin söyledin, hocalık hakkı yok mudur? dedi
Hazreti Habib mahcub bir şekilde:
– Ey Üstadım! Sizi bulamamaları benim hürmetime değil, doğru söylediğimizdendir Çünkü bilirsiniz ki, Doğruların yardımcısı Allah’tır Eğer yalan söyleseydim, sizi de beni de götürürlerdi, dedi
Tevil yapmaya, bir zalimin elinden bir mazlumu kurtarmak için, yalan söylemeye ruhsatın olduğu yerler olsa bile, efdal olan, eğer Habib-i Acemi Hazretleri gibi bir teslimiyetiniz varsa, doğruyu söylemektir
Yüce Rabbim bizleri sözümüzde, özümüzde ve işlerimizde doğruluktan dürüstlükten ayırmasın.
KAYNAK:
1.KUR’AN-I KERİM ,HUD SÜRESİ 12,SAFF SÜRESİ 2-3,AHZAP SÜRESİ 23
2.MÜSLİM ,İMAN ,62
3.TİRMİZİ,ZÜHD,61
4.AHMED BİN HANBEL,MÜSNED,III,198
5.EBU DAVUT,EDEP,88
6.BUHARİ ,BED’ÜL VAHY,1
HATİCE ÜNAL
Konuk Yazar